Yenilgilerimin Kutlaması 2 (Bayrak Töreni), 2009


Rüyasız Bir Uykudur Unutmak


Ali Cabbar'ın 'Huzursuz Gölge' sergisinden Fernando Pessoa'nın 'Huzursuzluğun Kitabı' isimli kitabına yolculuk...


Jülide Karahan/İnfomag/Nisan 2010

Brüksel'de yaşayan Ali Cabbar'ın 'Huzursuz Gölge' (Disquiet Shadow) isimli kişisel sergisi, 7 Nisan'dan itibaren Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi'nin konuğu. Cabbar, bundan birkaç ay evvel Ertuğrul Özkök'ün 'Tırkıye ya Tırkane' başlıklı yazısına vesile olan desenin çizeri kişi. Desen, Hürriyet Gazetesi'nde değilse de Medyatava'da yayınlandı geçenlerde; merak edenlere...
"Çok zekice düşünülmüş o müstehzi eleştiri"nin sahibi sanatçı, 21 yıldır ülkeden epey uzakta. İstanbul doğumlu Ali Cabbar'ın görünen hikayesinde, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Sanatları Bölümü'nden mezun olmak, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Avustralya'ya siyasi mülteci olarak göç etmek ve sonunda Brüksel'e demirlemek var. 2001 yılına dek -25 yıl kadar- gazetelerde grafik tasarımcı olarak çalışan Cabbar; bunun yedi senesini The Wall Street Journal Europe'un sanat yönetmenliğini yaparak ve Herald Tribune'ün editoryal illüstrasyonlarını çizerek geçirmiş. Geçen bunca zamanın ardından artık sadece sanatçı Cabbar.

İşte Benim Öyküm
İstanbul'daki ilk kişisel sergisini 'Eğer bir balık olsaydım...' başlığıyla 1987'de açmış olsa da; sanatçının Türkiyeli sanatseverle yakın teması, 2005'deki 'Sürgünsel Varoluş' isimli sergiyle gerçekleşti. Cabbar'ı daha yakından tanımak için 'İşte benim öyküm' dediği malum çalışmaya dönmeli. Sanatçı; Atatürk Kültür Merkezi'nin geniş salonundaki sere serpe sergisinde; başrolü kendisine, yardımcı rolleri ise fener, vapur, Kız Kulesi ve martılara vermişti.
İnsanı; kalabalıklar içinde yalnız, tanıdıklar içinde yabancı, mutluluklar içinde tedirgin bırakan bir sergiydi "Sürgünsel Varoluş'. Resimlere bakarken zihnimize birtakım kelimeler üşüşmüş; göz hizasının biraz altına indiğimizde 'tam da buydu aradığım' hissiyle 'Yabancılaşma', 'Kayıp', 'Bölünme' ve 'Boşluk' gibi yapıt isimleri karşılamıştı bizi.
Yaşamını 'mültecilik-göçmenlik-sürgün' üçgeninde geçirmiş bir sanatçı Ali Cabbar. Ona göre sürgün olmak; yönünü ve geri dönüş umudunu yitirmek, hiçbir yerde kendini evinde hissedememek ve hep yabancı kalmak. Kendisine bir hayli benzeyen figürleri arka plandaki olaylardan ve hatta yaşamdan kopuk çizmesi tamamen bundan mütevellit.
"Yurt dışındaki yıllarımın başında, Avustralya'da kendimi bir göçmen olarak görmeye çalıştım; ama beceremedim" diyen sanatçı, bunu uzaklığa ve coğrafi konuma bağlamış. Avrupa'ya geçtiğinde de bir değişiklik olmayınca, içinde yaşadığı kültüre uyum sağlayamayacağını iyiden iyiye anlamış. "Sorun aradaki değil, içimdeki mesafeydi" diyen Cabbar, kendisini kesilip mekana yapıştırılmış gibi hissetse de durum göründüğü kadar kötü değil. Çünkü sanatçı, hiçbir yere ait olmadan yaşamayı ve akıp gidenlere seyirci kalmayı kabullenmiş sonunda. Üstelik mutlulukla...

Bilgisayar Defter, Fare Kalem
Zamanında grafiğin taş devrine tanık olsa da epeydir bilgisayar başında üretiyor sanatçı. Bilgisayar defteri, fare kalemi... Yine de bilgisayarın sunduğu her türlü teknik cambazlığa prim vermiyor Cabbar. Figürlerin ifadelerine gizlenen duyguları hissettirmek farenin harcı değil ayrıca. Üşenmeyip sanatçının son dönem işlerinden oluşan 'Huzursuz Gölge' isimli sergiye 2 Mayıs'a dek uğrar ve özellikle 'Gölgenin Utancı' serisine dikkatle bakarsanız, ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız.
Küratörlüğünü Başak Şenova'nın yaptığı sergi, sanatçının farklı mecralarda çalıştığı eserleri bir araya getirmesi bakımından da önemli. Roger Pierre Turine'in 'Ali Cabbar ve Kırk Gözetleyicisi' isimli makalesinde kaleme aldığı üzere; "Brükselli Türklerin en Belçikalısının grafik evreninde hemen her şeyden biraz var. Mizahtan uzam yitimine, melankoliden sarhoşluğa, nostaljiden anılara..."
Kara mizahın hakim oluduğu işler, 'anlam-duygu-çağrışım' üçgeninde ilerliyor ve tek bir kapıya çıkıyor: Fernando Pessoa'nın 1982'de yayınlanan 'Huzursuzluğun Kitabı' isimli yapıtına... Öyleyse son söz niyetine Lizbonlu muhasebeci Bernardo Soares'e kulak verelim: "Çok düş kurdum ben. Bunca düş kurmuş olmaktan yorgunum, ama düş kurmanın kendisinden yorulmuş değilim kesinlikle. Kimse yorulmaz düşten, çünkü düş unutmaktır ve unutmak üstümüzde ağırlık yapmaz; uyanık uyuduğumuz, rüyasız bir uykudur unutmak..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder